[ Ana Sayfa ]

             

ATATÜRK'TEN ANILAR

ANILAR 1
 

1-Hoşgeldin Halil  Ağa
2-Napolyon'a Benziyorsunuz

3-Atatürk ve Gülsüm Abla
4-Onları Bu İşe Karıştırma,Atam!
5-Atatürk'ün Rüyası!

6-Biz İkimiz Susalım

7-Sizden Öğrenmek İstiyorum (ANZAC)

8-Tek Mermi Atılmadan!..

9-Atatürk’ün Hoşgörüsü.

10-20’nci Yüzyılın Dâhisi.

11-Babasının Çanakkale’de Ne İşi Varmış.

12-Yurdumun Toprağı Temizdir.

13-Uşaklığı Öğretemedim.

14-Eğer O İzin Verirse.

15-Bir Köylü Kadın Ve Atatürk.


Title 7

Title 8
Title 9

Title 10
Title 11

Title 12
Title 12

Title 13
Title 14

Title 15
Title 16

Title 17
Title 18

Title 19
Title 20

 

ANILAR 2
Title 1
Title 2

Title 3
Title 4
Title 5

Title 6
Title 7

Title 8
Title 9

Title 10


 

ANILAR 3
Title 1
Title 2

Title 3
Title 4
Title 5

Title 6
Title 7

Title 8
Title 9

Title 10

SECTION 4
Title 1
Title 2
Title 3
Title 4
Title 5
Title 6

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Samsun'a çıkarak Milli Mücadele'mizi başlattığı 19 Mayıs 1919'un 106. yıl dönümününde, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.(19.05.2025)    

TEK MERMÌ ATILMADAN İSTANBUL VE TRAKYANIN ALINMASI.

J. Benoist - Mechin, yakın tarihe dair yapıtları ile tanınmış bir Fransız yazarıdır. Batılı yazarların çoğunda olduğu gibi, onun eserlerinde de bir takım gerçek dışı ayrıntlara rastlamak mükündür. Ancak gene onun kaleminden çıkan ve sizlere özetleyerek aktaracağımız satırlar, gözlere batan gerçek güneşi karşısında, yazar; Atatürk'ün dehasını ve kahramanlığını itiraf zorunda kalmıştır kanısındayım. Bir Fransız dergisinde yayınlanan yazısından özet pasajlar :

İzmir'e giriş; Başkomutan 9 Eylül 1922 günü, pırıl pırl güneşli bir havada girdi. Yolun son kilometrelerini açık araba ile geçmişti. Kucak kucak çiçek altında kaybolan uzun bir otomobil kortejinin başında idi.

Yolun iki yönüne yoğun bir insan kalabalı yığılmıştı. İzmir Türkleri sevinçlerini nasıl göstereceklerini bilemiyorlardı.

İzmir kapılarında, yalın kilıç süvari bölügü Gazi'nin çevresini kuşattı. Kendilerini çılgınca alkışlayan sevinç içindeki halkın doldurduğu sokaklardan ağır ağır geçtiler.

Limana vardılar. Orada, bir palamar boyu kadar açıkta, itilâf Devletleri donanmasına mensup savaş gemileri duruyordu. Sanki rıhtıma tepeden bakıyorlardı. Fakat hepsi demirli, hareketsiz. Hükümetleri, amirallerine müdahale etmeme buyruğunu vermişlerdi. Topları tapaları çkarılmamıştı. Kortej, onların önünden, sanki meveut değillermis gibi geçti ve Bornova'ya doğru ilerledi.Karargâhina gelen Mustafa Kemal, taraçadan bir süre kente, limana ve denize baktıktan sonra çalışma odasina girdi, bir kaç kurmay subayı çağırttı, harita getirtti, çalışmaya koyuldu,

İzmir'in alınışı savaşa son verme değildi, Yunanlılar öç almak istiyorlardı. Trakya'da yeni bir ordu kurma çabasındalardı. Mustafa Kemal, düşman güçlerinin kökü kazınmadıkça zaferin elde edilmiş sayılmayacağını biliyordu.Yunan'ın Trakya ordusunu yok etmesi gerekiyordu. En akılcı yol, bu ordu daha kurulmadan önce bu işi başarmaktı.


Türk kuvvetleri ancak Çanakkale'den geçen kara yolları vasıtası ile Trakya'ya ulaşabilirdi. Bir an vakit kaybetmeden tümenlerini İsmet Paşa'nın komutası altında Batıya doğru harekete geçirdi.

Çanakkale'de, yollarını kesen ingiliz kuvvetleriyle karşılaştılar. O zamana kadar eşi görülmemis bir durumdu bu. Rumeli kısmında bir Yunan ordusu kuruluyordu, Türk ordusu bu orduyu yok etmek için üzerine yürüyordu.Yarı yolda ingiliz kuvvetleri Türklerin yolunu kesiyor ve Boğazı geçmelerine engel oluyordu.

Ne yapmak gerekirdi. Yunan yenilgisini tamamlamak zor bir is değildi, Fakat İngiltere ile anlaşmazlığa düşmek ayrı bir sorundu.

Asıl kötü olanı, Mustafa Kemal bu işte gecikemezdi. Her geçen gün Yunanlların lehine oluyor ve silahlanma işini tamamlamalarına imkân veriyordu. Türk kuvvetleri zafer coşkunluğu içinde olmakla beraber yorgundu. İngilizler döğüşmeğe kararlı ve döğüşmeyi isterlermiydi? Tüm sorun burada idi.

Sakarya galibi Mustafa Kemal'in İstanbulda dostları vardı. Bunlar uluslararası komisyon hizmetlerinde çalışıyorlardı. İçlerinden biri, İngiliz Başkomutanı Sir Charles Harrington'un Londra kabinesine gönderdiği bazı telgrafların suretini gizlice Gazi'ye göndermeyi başarmıştı.Mustafa Kemal Paşa, bu telgrafların suretlerini dikkatle incelemiş, Harrington'un, bir askerden ziyade bir diplomat olduğunu görmüştü.Zora karşı koyacak kadar sinirleri güçlü bir adam olmadığına kanaat getirdi, Döğüşmekle boyun eğmek şıkları arasında kalınca, son dakikada ikinci şikkı tercih etmesi ihtimali çok kuvvetliydi.

Mustafa Kemal şöyle diyordu :

-Eger İngilizlerin müdaheleye gerçekten niyetleri olsa idi, bunu daha önce, yani biz İzmir'e girmeden evvel yaparlardı. itilâf donanmasını gördünüz, değil mi? Kenti top altında tutuyordu. Halbuki bir kez bile ateş etmedi.Şimdi artık iş işten geçmiştir. İngilizler dün tınmadılar, yarın hiç tınmayacaklardır.

Bu bir varsayımdı ve bu görüşün sonucu önemli olabilirdi. Eğer Mustafa Kemal hesaplarında yanilıyorsa, dört yıl süren bir mücadelenin semerelerini bir günde yitirebilirdi.

Mustafa Kemal Paşa, hedefine tamamiyle ulasmadıkça Yunanlarla barış görüşmelerine girmemek, fakat öte yandan, İngiltere ile bir anlaşmazlığa girmemek icin de elinden geleni yapmak kararında idi, Sir Charles Harrington'a, iradesi karşısında boyun eğdireceğine inandığı için çok atak bir manevraya başvurdu,

Seçme iki alayın subaylarını ve erlerini topladı, kendilerinden beklediği işin ne olduğunu onlara bizzat açıkladı. İşaret verilince erler, tüfek dipçiklerini yukarıda tutarak İngiliz mevzilerine doğru yürüyeceklerdi. İngilizlerin uyarisina hiç kulak asmadan yollarına devam edecekler ve düşman siperlerini sessizce aşacaklardı.

Manevra, bir tek koşulla başarıya ulaşabilirdi. Tek kurşun atılmayacaktı. Herkesin, hemen hemen insan takatı üstünde bir sükunet, bir disiplin, bir soğukkanllik göstermesi ön koşuldu.

29 Eylül sabahı, bir kez daha erlere durum anlatıldıktan sonra hareket emri verildi. Manevra, yürekleri sıkan bir sessizlik içinde basladı. Türk erleri, Çanakkale yolunu kesecek şekilde düzenlenmiş bulunan Ingiliz hatlarına doğru ağır ağır ilerlerken, sinirleri her geçen dakika geriliyor, gerginlik dayanılması büyük bir hal alıyordu. Yanlış yorumlanacak bir tek buyruk bir tek sinirli davranış, işi çatışmaya götürebilirdi. Türkiye İngiltere ile savaşa tutuşmus olabilirdi,

Öte yandan İngiliz birlikleri de sıkı emirler almıslardı. Türklerin geçmesine engel olacaklar, fakat ne onlardan önce ateş açacaklar, ne de zora başvuracaklardı.

Lâkin, usulen yapılan uyarılara rağmen Türkler ilerlemekte devam ediyorlardı. Hem durmuyorlar, hem vuruşmak istemiyorlardı.İngiliz subayları fena halde şaşırmışlar, erlerine ne emir vereceklerini bilemiyordu.

Durum çok elektrikli idi. Subayların sinirleri kopacakmış gibi gerilmişti. Türkler ilk siper hatlarını aşmışlardı. Adım adım, İngiliz hatlarıa yaklaşıyorlardı. Bir kaç metre daha yaklaşırlarsa, çatışacaklardı.

0 sirada bir ingiliz subayı nişan alma emri verdi. Seri bir şakırtı duyuldu, askerler silâha davrandılar. Ama Türkler, büyük bir serinkanlılıkla, hiç yavaşlamadan siperleri aşmaya hazırlanıyorlardı.


Tam bu kritik anda, olanca hız ile bir motosikletlinin geldiği görüldü, elinde bir beyaz bayrak sallıyordu. Kıtaya komuta eden İngiliz Albayına doğru seğirtti. İngiliz subayları yerinde rahat!, komutunu haykırdılar. Hemen aynı zamanda, iki Türk Alayının Komutanlarıda da kendi erlerine dur! emri vermişlerdi.

Her iki taraftan da, mevzilerde kalmak ve kan dökülmesine mani olmak emri gelmiştir. Son dakikada anlaşma yapılmıştır.

Mustafa Kemal'in iradesi üstün gelmiştir.

Fransız hükümeti, bu olayin yeni bir Dünya Savaşına başlangıç olabileceğini, bu kez Rusların Türkler tarafina geçeceklerini düsünerek telaşa kapılmıştı. Çanakkale'den sıçrayacak bir kıvılcımın Avrupa'yı yeniden tutuşturmasına her ne pahasına olursa olsun engel olmak için, Mustafa Kemal Paşa'ya hemen bir görüşmeci yollamıştı. Bu görüşmeci, O'nunla 10 Ekim 1921 antlaşmasını imzalamış olan Mösyö Franklin Bouillon'du. Görüşmeci, gerek Yunanlılar ve gerekse İngilizler adına Gazi'ye karşı her türlü taahhüde girmişti. Yunanlıların Trakyayı boşaltacaklarını ve Batı Türkiye'nin Türklere geri verileceğini vaadetti.

H. C. Armstrong bu olayı su cümle ile tarifeder: Mustafa Kemal bu öneriyi kabul etmek lütfunda bulundu.

Aslında tek kurşun atmadan, tüm isteklerini elde etmişti.

Konferans 6 Ekim günü Mudanya'da basladı. Bu konferansa, biri Türk, biri İngiliz, biri Fransız, biri de İtalyan olmak üzere dört general katılmıştı. Türklerle İngilizler, henüz çözümlenmemiş tek toprak sorunu olan Doğu Trakya ve Boğazlar uğrunda yeni bir Dünya Savaşı açılmasına izin vermeyeceklerini kabul ettiler, 0 anın politik ve askeri realitelerini dikkate alan bütün görüşmeciler, karşılıklı isteklerini sınırlandırmak akıllılığını gösterdiler.

İngilizle Yunanlıların galibiyetine güvendiklerini  ve kaybettiklerini itiraf ettiler. Meriç doğusunda tüm Trakya bölgesinden Atina hükümetini vazgeçirerek ve kendilerinin de, kısa zamanda, İstanbul dahil bütün Trakya topraklarını boşaltmayı kabul etmişlerdir. Buna karşılık Türkler, Boğazlar sorununda İngiliz çıkarlarını dikkate almayı, bunu uluslararası konu yapmaya razı olmuşlardır. Mustafa Kemal, artık yurtta olduğu gibi Dünyada da barış sağlayabileceğine emindi...
   

                                                 *  *  *

 Fransız generali Pelle İzmirin alınmasından sonra Boğazlar üstüne yürüyen Türk kıtalarını durdurması için Atatürk'ten talepte bulunur. Bunun üzerine Atatürk :

"Artık bu muzaffer orduları ben bile durduramam". diye cevap verir.  

Fransız Generale :

"Hemen mütareke yapmaya karar vermelerini" söyler.

Savaştan sonra Atatürk:

"Ordunun son derece yorgun olduğunu ve adım atacak hali kalmadığını, Askeri Birliklerin kaçan düşman kuvvetlerini temizlemek için dağıldığını. Bu yüzden birlikleri toplamaya kalkışsa bile bunun  haftalar alabileceğini itiraf eder."

Türk ordusu 26 Ağustos’ta başladığı taarruzu takip eden 15 günde yaklaşık 450 kilometre mesafe kat ederek 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girmişti.